
Muhafazakâr düşünce denince aklımıza her ne
kadar dinci bir ideolojik yapı gelse de özüne indiğimizde muhafazakârlık ne bir
din ne de bir ideolojidir. Birazdan açıklamaya başlayacağım bir düşünce biçimi
olan muhafazakârlık, belli başlı özellikleri aynı kalmak ile birlikte içinde
bulunduğu dönem ve şartlar sebebiyle zaman içerisinde farklı perspektiflere
ayrılacak fakat belli prensipleri her zaman özünde taşıyacaktır.
‘’Muhafazakâr’’ kelimesinin kökenine bakacak olursak eğer Osmanlıcadan
gelen melez bir kelime olduğunu görürüz. ‘’Muhafaza’’ kısmının Arapça olduğunu
ve ‘’sakladı, korudu’’ anlamına gelen ‘’hafaza’’ kelimesinden türediğini, ‘’kâr’’
kısmının ise Farsça olduğunu ve ‘’eden’’ anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Yani ‘’muhafazakâr’’ kelimesinin anlamı
‘’koruyan, saklayan’’ dır. Genelde bu kelimeyi duyduğumuzda birçoğumuz
‘’katılık, hoşgörüsüzlük, kapalılık’’ veya ‘’dincilik’’ gibi anlamlar çıkarsak
da özünde bu olgunun ve düşünce biçiminin kökü ‘’muhafaza arzusu’’ dur.

Muhafazakâr düşünürler, insan rasyonelliğinin
sınırlarına vurgu yapar ve bu yüzden kesinlikle soyut olgulara güvenmezler.
Soyut inançlar yerine pragmatizme olan inançları yaşarlar. Tarih ve tecrübe
güven duydukları kavramlardır. Kendi inançlarını ideolojik bir kavramla
açıklamazlar ve ideolojiyi reddederler. Onların inançları bir ‘’hayat görüşü’’
dür. Kendilerini asla mükemmel görmezler ve muhafazakâr düşüncenin özünün
aslında insan hakkındaki karamsar düşüncelerden oluştuğunu söylememiz yanlış
olmaz. Çünkü insanlar onlara göre güvenlik arayan, sınırları olan ve bir olguya
bağımlı olarak yaşayabilen canlılardır. Toplumlarında istikrar ve düzen ararlar
çünkü kendilerini düşünürler. Bu sebeple bu düşüncenin özünde güçlü bir devlet
ve katı kurallar olguları yatar. Muhafazakâr düşünceye göre insanlar ancak bu
şekilde bir düzene girebilir. Toplumu organik bir yapı olarak görürler ve onlara
göre toplum kendi hücrelerinden, doğal bir zorunluluk olarak meydana gelmiştir.
Bu hücreler mensubu olduğumuz aileler, milletler, yerel topluluklar vb.
yapılardır. Bu hücrelerde paylaşılan ortak değerler sosyal uyum ve huzuru
sağlar. Bunlar geleneksel olan olgulardır. Bu sebeple bu olguların muhafaza
edilmesi gerekmektedir.
Toplumu organik ve doğal bir oluşum olarak
tanımlayan, insanı bozuk ve bencil olarak gören muhafazakâr düşünce sorumluluk
ve özgürlük kavramlarını da birbirleriyle ilişkili olarak tanımlar. Özgürlüğün
oluştuğu yerde sorumluluklar da var olur ve bu kavramlar birbirleriyle ilişkili
haldedirler. İnsanın bu kadar karamsar bir yapıda olduğunu ileri süren muhafazakâr
düşünce, otoriteyi kesinlikle kabul eder çünkü bir ebeveyn nasıl çocuklarına
liderlik ve rehberlik yapıyorsa, bir topluma da bu işlevleri gören otoritenin
gerekliliğinin kaçınılmaz olduğunu söyler. Bir noktaya kadar bu otorite
yukardan aşağıya uygulanır ve tecrübesiz, bilgisiz olanların kendi çıkarlarını
koruyabilmeleri adına onlara öncü olur. Günümüzde otoritenin kaynağının tecrübe
ve eğitim olduğu düşünülür fakat eskiden ‘’doğal aristokrasi’’ adı verilen
doğuştan gelen bir yetenek ile otoritenin oluştuğu varsayılırdı. Muhafazakâr
düşüncede toplumsal eşitsizlik de otoritenin tabii bir sonucu olarak
görülmektedir çünkü otoritenin olduğu bir yerde oluşan sosyal statüler ve
konumlandırmalar da varlıklarını gösterirler. Tüm bu sosyal statü konumlandırmalarına
da biz kısaca ‘’hiyerarşi’’ diyebiliriz. Muhafazakâr düşünceye göre hiyerarşi
kavramı otorite kavramı gibi organiktir ve oluşumu kaçınılmazdır. Toplumda
farklılaşan roller ve sorumluluklar ile birlikte oluşan farklı yapılanmaların
hepsi kendi aralarında birbirlerine karşı sorumludurlar bu sebeple muhafazakâr
düşünürler hiyerarşi ve bundan ötürü oluşan eşitsizliğin bir düzensizlik ve
çatışmaya sebep olduğunu düşünmezler. İnsanın hayattaki konumunun daha çok şans
ve doğuma bağlı olduğunu savunduklarından imtiyazlı olan kişilerin daha az
şanslı olan kişilere karşı sorumluluk beslediklerini kabul ederler.
Her ne kadar otorite muhafazakâr düşünürlere
göre gerekli olsa da otoriteye her zaman kontrolcü bir mekanizma ile
yaklaşırlar. Çünkü otoritenin yani devletin insan doğasını değiştirmeye
teşebbüs etmemeleri gerektiğini savunurlar ve söz konusu otoritenin sınırlı
olması gerektiğini düşünürler. Buna örnek olarak muhafazakâr düşünce için çok
önemli bir nokta olan mülkiyet kavramını verebiliriz. Muhafazakâr düşünce,
mülkiyet olgusunun insanların kendi hakkı olduğunu kabul eder ve bu hak ile
beraber doğan sorumlulukların da insanların yükümlülüğünde olduklarını savunur.
Mülkiyet kavramı muhafazakâr düşünürler için kendilerinin dışsallaştırılmış
halidir, sahip oldukları her türlü varlık kendilerini yansıtır ve bu
varlıklarda kendi benliklerini görürler. Muhafazakâr düşünceye göre mülkiyet
sahipleri, kendilerine gelen/ devredilen bu değerleri (varlıkları) gelecek
nesillere aktaran muhafızlardır. Mülkiyet hakkı kutsaldır ve bu sebeple otorite
(hükümet), bu varlıklara müdahale etmemelidir.
Bu düşünce biçimine göre otorite ve hiyerarşi
sempatik kavramlardır fakat eğer ki otorite toplumun hücrelerinin sınırlarını
ihlal ederse, yeni bir toplum oluşturmaya çalışırsa bu sempatik duygular son
bulur ve muhafazakârlık tamamıyla o an toplumda var olan yapıyı, toplumun
hücrelerini ve bu yapının organikliğini savunmaya geçer. Muhafazakâr düşünce,
otoriteyi siyasi bir olgu olmasının dışında bireylere uymaları gereken ahlâki
kodları temin eden, beşeri yapısından kaynaklı mükemmel olmayan insanları doğru
şekilde yönlendiren ve onlara yaşam ortamı sunan bir güç olarak görür.
Neo- muhafazakârlık, paylaşılan değerlerin ve
ortak kültürün sosyal bir bağlılık ortaya çıkararak düzgün bir varoluş ortamı
hazırlandığına inanan ve otoriteyi sosyal istikrarın güvencesi olarak gören
insanlar tarafından on dokuzuncu yüzyılın muhafazakâr düşünce ilkelerini
yeniden canlandırmak amacıyla ortaya attıkları yeni fikir ve düşünce akımlarından
ortaya çıkmıştır. Bu görüş güçlü bir hükümet, toplumsal bir otorite ve
hiyerarşi- itaat kavramları üzerinde durur. Bazı otoriteler neo-liberal ve neo-muhafazakâr
bir yapıyı benimsemişlerdir. ‘’Yeni
Sağ’’ adı verilen bu kavramın ortaya çıkışıyla birlikte bu otoriteler,
ekonomide liberal düşünceleri benimserken sosyal açıdan muhafazakâr düşünceleri
benimsemişlerdir. Bu iki düşünce biçiminin zamanla beraber dönüşümlere
uğramasıyla birlikte ortaya çıkan Yeni Sağ akımı, toplumu ekonomik alanda özgür
bir ortamda ele alırken sosyal alanda çok daha otoriter bir ortamda ele alır.

Dünyanın farklı bölgelerinde farklı toplumlar
ve değerler bulunduğundan muhafaza edilmek istenen değerler ve gelenekler de
değişebilir. Bu durum muhafazakârlık kavramının da farklı toplumlar ve bireyler
tarafından farklı perspektiflerden bakılmasına sebep olmuştur. Özünde aynı
amacı barındıran otorite ve hiyerarşi kavramları her toplumun temelinde belirli
farklılıklar gösterebilir. Fakat bu yazımda bahsettiğim ve muhafazakârlığın
belli başlı ilkeleri olarak kabul edilen yargılar birçok muhafazakâr düşünür
için kendi evrenlerinde evrensel nitelik taşır.
Günümüzde üç büyük siyasi doktrinden biri
olan ‘’Muhafazakârlık’’, otoriteye yani devlete söz konusu toplum ve
değerlerini koruma sorumluluğunu görev olarak tanımlar. Hiyerarşi ise
toplumdaki bireylerin değişen görev ve sorumluluklarını, aldıkları rolleri
yansıtan bir yapıdır.
Muhafazakârlık özünde dincilik değildir, bir
ideoloji değildir. Geleneği ve geçmişten süregelen değerleri koruma arzusundan
doğan bir hayat görüşüdür.
Kaynaklar:
·
Siyaset
– Andrew HEYWOOD
0 yorum