Muhafazakar Düşünce'de Otorite ve Hiyerarşi

By Anastasiya Shantanova - 06:32


  Bir önceki yazımda ''The Platform'' adlı filmden bahsetmiştik. Filmde işlendiğini düşündüğüm toplumsal eşitsizlik, otorite, hiyerarşi ve sosyal statü konularına başka bir pencereden bakmak istedim. Muhafazakâr düşünce bu kavramları nasıl ele alıyor? Haydi gelin bir göz atalım.
  Muhafazakâr düşünce denince aklımıza her ne kadar dinci bir ideolojik yapı gelse de özüne indiğimizde muhafazakârlık ne bir din ne de bir ideolojidir. Birazdan açıklamaya başlayacağım bir düşünce biçimi olan muhafazakârlık, belli başlı özellikleri aynı kalmak ile birlikte içinde bulunduğu dönem ve şartlar sebebiyle zaman içerisinde farklı perspektiflere ayrılacak fakat belli prensipleri her zaman özünde taşıyacaktır.
  ‘’Muhafazakâr’’  kelimesinin kökenine bakacak olursak eğer Osmanlıcadan gelen melez bir kelime olduğunu görürüz. ‘’Muhafaza’’ kısmının Arapça olduğunu ve ‘’sakladı, korudu’’ anlamına gelen ‘’hafaza’’ kelimesinden türediğini, ‘’kâr’’ kısmının ise Farsça olduğunu ve ‘’eden’’ anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Yani  ‘’muhafazakâr’’ kelimesinin anlamı ‘’koruyan, saklayan’’ dır. Genelde bu kelimeyi duyduğumuzda birçoğumuz ‘’katılık, hoşgörüsüzlük, kapalılık’’ veya ‘’dincilik’’ gibi anlamlar çıkarsak da özünde bu olgunun ve düşünce biçiminin kökü ‘’muhafaza arzusu’’ dur.
  Bu düşünce biçiminin ilk ürünleri en başta on sekizinci yüzyılın sonlarında ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında yani Fransız İhtilali ve modernleşme süreciyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu düşüncenin şekillenmesinde etkili birçok faktör vardır. Sanayileşme dönemi ile birlikte yayılan devrim korkusu bu faktörlerin en önemlilerinden biridir. ‘’Ancien Régime’’ fransızca kelime kökeni olarak ‘’eski düzen’’ anlamına gelmektedir ve Fransız Devrimi’nden önce gelen mutlakiyetçi yapıları kasten kullanılır. Muhafazakâr düşünce biçimine sahip bireyler, devrim ile birlikte kendilerini daha çok sahada göstermeye başlayan liberalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi kavramların oluşturduğu etkilere karşı savunmaya geçtikçe, git gide daha zayıf bir hal almaya başlayan geleneksel sosyal düzenin korunması yolunda ilerlemeye başladılar. Kıta Avrupası’nda Joseph de Maistre gibi düşünürlerin önderliğinde bir muhafazakârlık türü gelişti fakat bu muhafazakârlık türü çok otokratik ve tepkisel bir biçimde oluştu. ABD ve İngiltere’de ise Edmund Burke’ün fikir önderliğinde gelişen muhafazakârlık türü Kıta Avrupası’na göre çok daha başarılı, istikrarlı ve daha esnek bir türdü. ‘’Muhafaza etmek için değişim’’ fikrinin etrafında gelişen bu tür, muhafazakârların bir sosyal reform davasını üstlenmelerini sağladı. 1950 yıllarında İngiltere’de muhafazakârlık düşüncesi kendi zirvesine ulaştı. Muhafazakâr Parti, savaş sonrası dönemin düzenini kabul etti ve Keynezyen sosyal demokrasinin kendine özgü bir türünü benimsedi. Tüm bu fikirler ‘’Yeni Sağ’’ kavramının ortaya çıkışıyla birlikte baskı altında kaldı. Çünkü ‘’Yeni Sağ’’ kavramı radikal anti devletçi ve anti paternalist muhafazakârlık özünü barındırıyordu ve bu tür tamamıyla liberal olgulara dayalıydı.
  Muhafazakâr düşünürler, insan rasyonelliğinin sınırlarına vurgu yapar ve bu yüzden kesinlikle soyut olgulara güvenmezler. Soyut inançlar yerine pragmatizme olan inançları yaşarlar. Tarih ve tecrübe güven duydukları kavramlardır. Kendi inançlarını ideolojik bir kavramla açıklamazlar ve ideolojiyi reddederler. Onların inançları bir ‘’hayat görüşü’’ dür. Kendilerini asla mükemmel görmezler ve muhafazakâr düşüncenin özünün aslında insan hakkındaki karamsar düşüncelerden oluştuğunu söylememiz yanlış olmaz. Çünkü insanlar onlara göre güvenlik arayan, sınırları olan ve bir olguya bağımlı olarak yaşayabilen canlılardır. Toplumlarında istikrar ve düzen ararlar çünkü kendilerini düşünürler. Bu sebeple bu düşüncenin özünde güçlü bir devlet ve katı kurallar olguları yatar. Muhafazakâr düşünceye göre insanlar ancak bu şekilde bir düzene girebilir. Toplumu organik bir yapı olarak görürler ve onlara göre toplum kendi hücrelerinden, doğal bir zorunluluk olarak meydana gelmiştir. Bu hücreler mensubu olduğumuz aileler, milletler, yerel topluluklar vb. yapılardır. Bu hücrelerde paylaşılan ortak değerler sosyal uyum ve huzuru sağlar. Bunlar geleneksel olan olgulardır. Bu sebeple bu olguların muhafaza edilmesi gerekmektedir.
  Toplumu organik ve doğal bir oluşum olarak tanımlayan, insanı bozuk ve bencil olarak gören muhafazakâr düşünce sorumluluk ve özgürlük kavramlarını da birbirleriyle ilişkili olarak tanımlar. Özgürlüğün oluştuğu yerde sorumluluklar da var olur ve bu kavramlar birbirleriyle ilişkili haldedirler. İnsanın bu kadar karamsar bir yapıda olduğunu ileri süren muhafazakâr düşünce, otoriteyi kesinlikle kabul eder çünkü bir ebeveyn nasıl çocuklarına liderlik ve rehberlik yapıyorsa, bir topluma da bu işlevleri gören otoritenin gerekliliğinin kaçınılmaz olduğunu söyler. Bir noktaya kadar bu otorite yukardan aşağıya uygulanır ve tecrübesiz, bilgisiz olanların kendi çıkarlarını koruyabilmeleri adına onlara öncü olur. Günümüzde otoritenin kaynağının tecrübe ve eğitim olduğu düşünülür fakat eskiden ‘’doğal aristokrasi’’ adı verilen doğuştan gelen bir yetenek ile otoritenin oluştuğu varsayılırdı. Muhafazakâr düşüncede toplumsal eşitsizlik de otoritenin tabii bir sonucu olarak görülmektedir çünkü otoritenin olduğu bir yerde oluşan sosyal statüler ve konumlandırmalar da varlıklarını gösterirler. Tüm bu sosyal statü konumlandırmalarına da biz kısaca ‘’hiyerarşi’’ diyebiliriz. Muhafazakâr düşünceye göre hiyerarşi kavramı otorite kavramı gibi organiktir ve oluşumu kaçınılmazdır. Toplumda farklılaşan roller ve sorumluluklar ile birlikte oluşan farklı yapılanmaların hepsi kendi aralarında birbirlerine karşı sorumludurlar bu sebeple muhafazakâr düşünürler hiyerarşi ve bundan ötürü oluşan eşitsizliğin bir düzensizlik ve çatışmaya sebep olduğunu düşünmezler. İnsanın hayattaki konumunun daha çok şans ve doğuma bağlı olduğunu savunduklarından imtiyazlı olan kişilerin daha az şanslı olan kişilere karşı sorumluluk beslediklerini kabul ederler.
  Her ne kadar otorite muhafazakâr düşünürlere göre gerekli olsa da otoriteye her zaman kontrolcü bir mekanizma ile yaklaşırlar. Çünkü otoritenin yani devletin insan doğasını değiştirmeye teşebbüs etmemeleri gerektiğini savunurlar ve söz konusu otoritenin sınırlı olması gerektiğini düşünürler. Buna örnek olarak muhafazakâr düşünce için çok önemli bir nokta olan mülkiyet kavramını verebiliriz. Muhafazakâr düşünce, mülkiyet olgusunun insanların kendi hakkı olduğunu kabul eder ve bu hak ile beraber doğan sorumlulukların da insanların yükümlülüğünde olduklarını savunur. Mülkiyet kavramı muhafazakâr düşünürler için kendilerinin dışsallaştırılmış halidir, sahip oldukları her türlü varlık kendilerini yansıtır ve bu varlıklarda kendi benliklerini görürler. Muhafazakâr düşünceye göre mülkiyet sahipleri, kendilerine gelen/ devredilen bu değerleri (varlıkları) gelecek nesillere aktaran muhafızlardır. Mülkiyet hakkı kutsaldır ve bu sebeple otorite (hükümet), bu varlıklara müdahale etmemelidir.
  Bu düşünce biçimine göre otorite ve hiyerarşi sempatik kavramlardır fakat eğer ki otorite toplumun hücrelerinin sınırlarını ihlal ederse, yeni bir toplum oluşturmaya çalışırsa bu sempatik duygular son bulur ve muhafazakârlık tamamıyla o an toplumda var olan yapıyı, toplumun hücrelerini ve bu yapının organikliğini savunmaya geçer. Muhafazakâr düşünce, otoriteyi siyasi bir olgu olmasının dışında bireylere uymaları gereken ahlâki kodları temin eden, beşeri yapısından kaynaklı mükemmel olmayan insanları doğru şekilde yönlendiren ve onlara yaşam ortamı sunan bir güç olarak görür.
  Neo- muhafazakârlık, paylaşılan değerlerin ve ortak kültürün sosyal bir bağlılık ortaya çıkararak düzgün bir varoluş ortamı hazırlandığına inanan ve otoriteyi sosyal istikrarın güvencesi olarak gören insanlar tarafından on dokuzuncu yüzyılın muhafazakâr düşünce ilkelerini yeniden canlandırmak amacıyla ortaya attıkları yeni fikir ve düşünce akımlarından ortaya çıkmıştır. Bu görüş güçlü bir hükümet, toplumsal bir otorite ve hiyerarşi- itaat kavramları üzerinde durur. Bazı otoriteler neo-liberal ve neo-muhafazakâr bir yapıyı benimsemişlerdir.  ‘’Yeni Sağ’’ adı verilen bu kavramın ortaya çıkışıyla birlikte bu otoriteler, ekonomide liberal düşünceleri benimserken sosyal açıdan muhafazakâr düşünceleri benimsemişlerdir. Bu iki düşünce biçiminin zamanla beraber dönüşümlere uğramasıyla birlikte ortaya çıkan Yeni Sağ akımı, toplumu ekonomik alanda özgür bir ortamda ele alırken sosyal alanda çok daha otoriter bir ortamda ele alır.
  Sonuç olarak toparlayacak olursak, muhafazakâr düşünce insanı doğası gereği sınırlı bir varlık olarak görür ve toplumu oluşturan hücrelerin de bu sebeple bir rehberliğe ihtiyacı olduğunu savunur. Bu rehberliği sağlayacak olan olgu siyasi bir olgudan çok tıpkı bir ebeveyn gibidir. Kendi iyilik ve çıkarlarını gözetebilmesi adına bir otoritenin önderliğinde hareket etme ihtiyacında olan insan, toplumda var olurken belirli sorumluluk ve özgürlüklere sahiptir. Doğuştan ve şans eseri hayatta belli bir konumda gözlerini açan insanlardan oluşan dünyadaki bütün toplumlar için hiyerarşi çok doğaldır ve çatışmaya sebep olmaz çünkü toplumun parçası olan bu insanların birbirlerine karşı yükümlülükleri vardır ve hayatta edindikleri roller onların başka rollere karşı olan sorumluluklarını doğurur. Bu bireylerin kazandıkları veya onlara da bir önceki nesilden kalan mülki yapılar doğal haklardır ve beraberinde bazı sorumluluklar taşırlar. Bireyler bu değerleri gelecek nesle aktarmak için mülkiyeti muhafaza ederler. Organik bir oluşum olan otorite, sınırlı bir yapıdadır ve amacını iyi belirlemelidir. Bir otoritenin amacı asla toplumu değiştirmek olmamalıdır. Otorite mülkiyet kavramına karışmamalıdır. Bu kavrama veya bireylerin başka haklarına karıştığı takdirde muhafazakâr düşüncenin mevcut otoriteye karşı yapılanması söz konusu olur. Otorite ve hiyerarşik yapı bireylerin geleneklerini ve hayat görüşlerini zedelememelidir. İdeal bir hiyerarşik yapı ve otorite de böyle bir olaya asla zemin oluşturmaz. Bu iki kavram günümüzde birçok düşünce içerisinde yaşanan çatışmaların sebebi olarak görülürken, muhafazakâr düşünce çatışmanın sebebi olarak hiyerarşik yapıyı ve otoriteyi görmez. Reform veya ıslahat fikri muhafazakâr düşünce için üzerine düşünülebilir konulardır fakat devrim var olan toplumu ve değerlerini tamamıyla değiştirebilecek bir yapıya sahip olduğundan kabul edilemez.
  Dünyanın farklı bölgelerinde farklı toplumlar ve değerler bulunduğundan muhafaza edilmek istenen değerler ve gelenekler de değişebilir. Bu durum muhafazakârlık kavramının da farklı toplumlar ve bireyler tarafından farklı perspektiflerden bakılmasına sebep olmuştur. Özünde aynı amacı barındıran otorite ve hiyerarşi kavramları her toplumun temelinde belirli farklılıklar gösterebilir. Fakat bu yazımda bahsettiğim ve muhafazakârlığın belli başlı ilkeleri olarak kabul edilen yargılar birçok muhafazakâr düşünür için kendi evrenlerinde evrensel nitelik taşır.
  Günümüzde üç büyük siyasi doktrinden biri olan ‘’Muhafazakârlık’’, otoriteye yani devlete söz konusu toplum ve değerlerini koruma sorumluluğunu görev olarak tanımlar. Hiyerarşi ise toplumdaki bireylerin değişen görev ve sorumluluklarını, aldıkları rolleri yansıtan bir yapıdır.
  Muhafazakârlık özünde dincilik değildir, bir ideoloji değildir. Geleneği ve geçmişten süregelen değerleri koruma arzusundan doğan bir hayat görüşüdür.

Kaynaklar:
·         Siyaset – Andrew HEYWOOD

  • Share:

You Might Also Like

0 yorum


İletişime Geç !

Ad

E-posta *

Mesaj *