ANI

İLK STAJ ( ŞİLE LİMANI, KARAMANDERE KÖYÜ, KÖMÜRLÜK KÖYÜ, ARI KOVANI ZİYARETİ, EMİNÖNÜ)

By Anastasiya Shantanova - 07:49

  COVID-19'un sarsıcı etkilerinin devam ettiği günler içerisinde çoğumuz dinlenme fırsatı bulmuş ve kendine vakit ayırabilmiştir diye düşünüyorum. Benim için de çok yoğun  geçirdiğim bir dönemin aniden sonlanması alışılmadık bir durumdu. İlk etapta hayatın bu yoğun marotonundan sonra bana çok iyi gelen #evdekal sloganı, karantina sürecinin ilerleyen günlerinde sadece bir gerekliliğe dönüştü.

  Bu süreç tüm dünyayı ciddi bir sekilde etkilerden elbette İstanbul'u es geçmeyecekti. İş imkanlarının daha da azaldığı bu dönemde artık benim de bir iş bulmam gerekiyordu. Daha önceki yazılarımda çocuklara dans eğitmenliği yaptığımdan bahsetmiştim. Fakat daha sonrasında Üniversite hayatımın başlamasıyla birlikte eğitmenliği askıya aldım ve tamamen bu alana odaklanmaya başladım. Kendim için dans ettim. Yarışmalara hazırlandığımız süreç de tabii ki  COVID-19 nedeniyle askıya alındı. Çeşitli eventlerde ürün tanıtımı yaptığım ''Foreo'' markası da diğer tüm markalar gibi bu süreçten etkilendi ve tüm organizasyonlar durdurulduğu için çalışmalar online sistemler üzerinden devam etti. Fakat ben sahada çalışıyordum. Öğrenimimiz de artık online sistemler üzerinden gerçekleştiği için lafın kısası, birden boşluğa düşmüştüm. 
  Radyo, Tv ve Sinema bölümünde okuduğum için bir an önce sektöre adım atmam gerektiğinin farkındaydım. Daha sonra tanıştığım kişilerin fikrince de, en iyisini yapıyordum. 
  Daha öncesinde de birçok reklam, dizi ve film setinde bulunmuştum fakat bunlar ya kamera önü, ya gözlem ya da dans bölümlerinde görevli olmamdan kaynaklanıyordu. Yine de kaba taslak da olsa sisteme aşinaydım. Ramazan Ayı'nda TRT1 ekranlarında yayınlanan ''MESNEVİ'DEN HİKAYELER'' adlı programdan Gölge Sanatçısı olarak yer aldım. Tiyatrocu ve oyuncu olan  arkadaşlarım Şahin Öztürk ve Emre Ertunç ile birlikte. Burada edindiğim Network sayesinde yine TRT1 için hazırlanan bir yemek belgeseli projesi için staja çağrıldım ve böylece ilk defa kamera arkasında görevlendirilmiş oldum. 
  Bildiğimiz gibi ''staj'' kelimesinin anlamı herhangi bir mesleği edinecek kimsenin geçirdiği uygulamalı öğrenme dönemi' dir
    Özellikle bu piyasada network edinmek çok önemlidir, okulda öğrenilen teorik bilgilerin mutlaka sahada uygulanması gerekir. Benim öğrenmek istediğim bölüm Reji'dir. Fakat setlerde mutlaka gözlem yapmaya ve başka bölümlerden de işime yarayabilecek her türlü bilgiyi almaya çalışırım. Özellikle şunu unutmamak gerekir, staj yapacağınız departmanı iyi seçmelisin. Çünkü iş veren sizin isteklerinizle ilgilenmez. Hangi işte iyiyseniz, sizi o iş için çağrırlar. Bu piyasada yaptığınız staj sizin üzerinize yapışmaya meyillidir.
  Kısacası, bu beş günlük staj benim için beklenmedik bir şekilde güzel ve bir o kadar da zorlu geçecekti. Çünkü bu bir yemek programıydı. Demo çekimi olacağı için çok daha detaylı ve özenli çalışmak gerekiyordu. İlk hedef bu demo çekimini TRT'nin beğenmesini sağlamaktı. Bu yüzden sette çıkacak olan herhangi bir eksiklik ya da gerginlik,  kaosa ve telaşa dönüşebilirdi. Sizlere görevliler ve proje hakkında isim bilgisi veremeyeceğim, bunun sebebi projenin onay aşamasında olmasıdır.
  İlk gün, sunucunun kendine ait restoranında bir deneme çekimi yapıldı. Bu çekimde yemeklerin malzeme detayları, yapılış detayları ile son hallerinin görüntüleri test edildi ve son gün asıl mekanda çekilecek olan yemek hazırlama sahnelerinin kaba taslak planları çıkarılmış oldu.
  Tabii ki COVID-19 sürecinde bir çok TV programı askıya alındığından, kanallarda içerik boşluğu oluştu. Bu açığı kıapatmak adına TRT küçük ekipler ile çalışıyordu. Bu çalışmalarda ateş kontrolleri yapılıyor, dezenfekte ve maske kullanımı zorunlu tutuluyordu.
  Bu ilk günde bana Yönetmen Yardımcısı'nın asistanlığını yapacağım söylendi. Bu bir belgesel çekimi olduğu için set ortamı çok daha hareketliydi ve yemek programı olduğundan ötürü genellikle herkes getir götür işi yapıyordu. Yönetmenimiz çok anlayışlı ve pozitif bir yönetmendi. Genellikle zorlu şartlardan ötürü yönetmenlerin agresif ya da gergin olduğu bilinir, setteki hiyerarşiden dolayı genel anlamda ekstra bir saygı durumu söz konusudur. Ben de bu hiyerarşik düzenin alt kısımlarında olmama rağmen, asla bu konudan dolayı rahatsızlık duyacağım bir olay yaşamadım. Bana ikinci gün, yönetmenimizin asistanının da geleceği söylendi ve onun peşinden ayrılmadan Time-Code tutmayı öğrenmeye çalışmamı söylediler.
  İkinci gün geldiğinde, sabah 06.00'da Şile'nin Karamandere köyüne doğru yola çıktık. Bu programda aynı zamanda yemekte kullanılan ürünlerin nereden temin edildiğini de gösterecekti. Bu bölgelerden görüntüler ve röpörtajlar alınacaktı. 
  Ben bir şehir çocuğu olduğum için, ilk defa bir köy ortamı gördüm diyebilirim. Benim için çok güzel bir deneyimdi. Köyde o saatlerde tek bir erkek görmedim, belli ki hepsi kendi işlerine dağılmışlardı. Kadınlar ise sabahtan süt sağıyor, bahçeleri ile uğraşıyor, peynir ve yoğurt yapıyor, ortak kullandıkları taş fırınlarda ekmeklerini yapıyorlardı. İlk önce nasıl peynir ve yoğurt yapıldığına dair bir kadından röportaj alındı ve sunucumuzla beraber yoğurt ile penir yapma sahneleri çekildi. Bildiğim ama göz ardı ettiğim gerçeklerden biriyle yüzleşmek beni biraz sarsmıştı. Yemek programlarında, hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Bu sözümü unutmayınız. 


  Ben ise bu çekimler gerçekleşirken ordan oraya koşturuyor ve malzeme tedarik ediyordum. Bu işleri normalde Sanat Bölümü yapar, fakat belli sorunlar nedeniyle benim yardım takviyesi yapmam gerekiyordu. Bir yandan da Time-Code tutmaya çalışıyordum ki bu da spontane gelişen bir belgesel çekiminde ilk etapta biraz zordu. Çünkü bir monitör ile çalışmıyorduk, iki farklı kamera ile farklı çekimler yapılıyordu ve her şeyi aynı anda gözlemlemek gerekiyordu. Ben de koşuşturmaca arasında Time-Code'un temel bilgilerini edindim fakat deneyimleme fırsatım olmadı. 
  Karamandere Köyü'nün ve tabii ki Şile'nin en meşhur üç böreğinin yapılışını çekecektik. Bunlar Balkabaklı Börek, Su Mancarlı Börek ve Çarşaf Böreği'ydi. Hayatımdaki en güzel gözlemlerden biriydi. İnsanlar dışarıdan neredeyse dertsiz gözüküyordu. Kendi hallerindeydiler ve ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlardı. Hepsinin evinin etrafında kendilerine ait bqahçeleri vardı ve biz de bu bahçelerden erik, çilek yedik. Gelin-görümce ilişkisi yakından tanıdık, böreklerin nasıl açıldığını ve pişirildiğini gördük. Bu köyde bir kadın ekmek veya börek pişireceği zaman tüm komşularına haber verirmiş. Böylece herkes aynı anda fırını kullanır ve ekmek yaparmış. Börekleri tatma fırsatımız oldu, kesinlikle mest olduk. Ortamın güzelliğinden midir pek bilinmez ama dünyanın en lezzetli yemeğini yiyormuşuz gibi hissettik. Hava çok güneşliydi, üzerimdeki tişörtün dışında kalan her yerim kıpkırmızı olmuştu, çoğumuzun başına güneş geçmişti ve ben, ısırgan otlarının kurbanı olmuştum. Sonrki günlerde ayak bilek eklemlerimin görünmeyeceği şekilde şişen ayaklarım morarmaya başladı. Çekimlerde 12 saate kadar ayakta olduğumuz için olan ağrıyı çok daha şiddetli hissediyordum. Ama iş o kadar enteresandı ki halimden asla şikayet etmedim ve koşturmaya devam ettim. 
  Üçüncü gün ise Kömürlük Köyü'ne gidip kömürlerin nasıl çıkarıldığını anlatan görüntü ve röpörtajlar alacaktık. Yine sabah 06.00 gibi yola çıktık ve mekana vardığımızda peşinden ayrılmadığım Yönetmen ve Yönetmen Yardımcısı'nın yanına gittim. Güzel bir sohbetten sonra yönetmen asistanının gelemediğini öğrendim ve Time-Code benim başıma kaldı. Açıkçası panik yapmıştım çünkü her ne kadar temel kavramları öğrendiysem ve nasıl tutulduğuna dair gözlem yaptıysam da kendim Time-Code tutmamıştım.Ve elimde bir Time-Code listesi bile yoktu, bulunduğumuz ortamda A4 bulmak bile zordu. Sonuç olarak kendime bir liste çıkardım, Görüntü ve Ses ekibine sürekli soru sorarak, teyit ettirerek, gözlem yaparak ilk Time- Code'umu tutmuş oldum. Korkunç muydu? Evet. Zor muydu? Evet. Öğrenebildim mi? Evet. 
  Kömürlerin arasında yaptığımız zorlu koşuşturmalar, is kokusu... Kömürlük Köyü'nde bir ailenin nasıl her yaz kömür çıkarttığına şahit olduk. Kışın hazırlık yapıyorlar, kendi köylerinde kalıyorlar. Daha sonra havalar ısındığında Kömürlük Köyü'ne geliyorlar. Küçücük çocuklar kömürlerin arasında top oynuyorlardı. Bir yandan Time-Code tutarken bir yandan da kamera önünde yer alan herkese muvafakatname imzalatmakla uğraşırken buradaki işimiz bitti ve arı kovanı çekimimiz için yola koyulduk.
 
Arı Kovanı çekimimiz tehlikeli geçti. Tüm ekibe yetecek korunma kostümü yoktu, bu yüzden küçük bir çekim ekibi kovanların yanında balın nasıl üretildiği ile ilgili çekimlerini gerçekleştirirken ben, kamera asistanları ve diğer görevliler çekim alanının daha gerisinde ama kovanları görebileceğimiz bir uzaklıkta bekledik. Ben de uzaktan Time-Code tutmaya devam ediyordum. Kömürlük Köyü'nde çekim süremiz uzadığı için arıların bulunduğu bölgeye gelmemiz akşam saatlerini buldu ve biraz gergindik. Çünkü güneş ışığı gidiyor ve akşam oldu belli oluyordu artık. Arılar da kovanlarına çekildikleri için her hareketimizi tehdit olarak algılayabilirlerdi. En son sahnemiz sunucumuzun bölgeye aracıyla geliş sahnesiydi. Gün gidiyordu ve drone ile hemen tek seferde çekilmesi gerekiyordu. Yapım görevlisi aracı sürüyordu ve sunucu da aracın içerisindeydi. Yalnız araç dediğime bakmayın, turuncu bir dağ arabasıydı ve devasaydı. Bir aksaklıktan ötürü aracın geldiği yönden geri dönmesi gerekiyordu fakat bunu ancak aracı geri geri sürerek yapabilirdi. Bunu yaparken de iki arı kovanı düştü ve arılar büyük bir sinirle camları açık olan araçtan içeri girdiler. Arcın içerisindeki kişiler çığlık çığlığa arabadan indiler ve ormanın içine doğru koşmaya başladılar. Ciddi bir şey yoktu çünkü alerjileri yoktu ve fazla arı sokmamıştı. Başta bizi korkutan bu olay daha sonra kahkaha krizlerine girmemize sebep oldu. Arılardan sorumlu olan adamın ellerinin her yeri şişti. Sonrasında bir anda dolu yağarcasına bir yağmur yağmaya başladı. Son sahneyi çekemedik, bu yüzden ilk defa yönetmenimmizin sinirlendiğini gördüm fakat tüm bu sinirinin yanında hala setteki en az gergin insandı diyebilirim. Ve arkadaşlarımızın yardımına da ilk o koşmuştu. Onun setteki tutum ve davranışları, herkesin rahat ve tüm zorluklara rağmen istekli çalışmasını sağlıyordu. Başlayan yağmur ile birlikte hızla araçlara bindik ve ekip araçlarının bulunduğu orta alana doğru yola çıktık. Burada insanların gidecekleri yöne göre araçlara yerleştirecektik. Yönetmenimiz ve yardımcı yönetmenimiz yürümek istediklerini söylediler. Biz alana geldiğimizde onları uzun bir süre bekledik. Meğerse yolu şaşırmışlar ve kaybolmuşlardı. Bir grup onları aramaya gitti ve bu gerçekten artık herkesin sinirlerini bozmuş ve gülme krizine girmelerine neden olmuştu.
  Dördüncü gün, yemeklerin sergileneceği piknik sahnesindeki malzemelerin sunucumuz tarafından alınması için Eminönü'ne gittik. O gün online bir sınavım vardı ve bu yüzden sabahtan aracın içerisinde notlara bakmaya başlamıştım. Eminönü Tramvay bölgesine geldik ve drone ile çekim yapmaya başladık. Fakat Drone'umuz ne yazık ki bir direğe çarptı ve yere düştü. Hiçbir aracın ve insanın üzerine düşmemesi bana kalırsa şans eseriydi. Baya pahalıya patlayan ve çekim planlarımızı bozan bu olay sonucunda herkes biraz gerildi çünkü son günkü piknik sahnesi için manzara çekiminin yapılması gerekiyordu ve Drone'un ne zaman tamir edilebileceği belli değildi. Saat 12.00 olduğunda ise online sınava girdim ve eminönü Mısır Çarşısı'nda bir ekip çekime devam ederken ben de ikinci ekip ile beraber yemeklerin aşçılar tarafından hazırlanış sahneleri için Beykoz'da kiralanan eve Set-Up kurmak için yola çıktım.
  Günün geri kalanı zor geçecekti. Sanat sorumlumuz değişmişti ve artık daha az sorun çıkıyordu fakat yine de yardıma ihtiyacı vardı. Ben de ona yardım ediyordum.
  Ekip geldiğinde bir saat içerisinde çekimlere başladık ve çekimimiz gece saat 02.00'a kadar sürdü. Yemeklerin hazırlanışını, son hallerini, röportajları çektik. Yemeklerin hazırlanışı uzun sürdüğünden çekim de uzun sürdü. Bu hazırlanan yemekler güzelce muhafaza edildi, çünkü yarın ki çekimde bu yemekleri tekrar yapacak fırsatımız olmayacağından sunuma kadar dayanmaları gerekiyordu.
  Son gün ise güzel bir manzarada piknik sahnesini ve yemeklerin sunumunu çektik. Kısaca anlattığım bu olay örgüsü gerçekten uzun sürdü fakat ilk kamera arkası deneyimim olduğu ve zorlu bir belgesel işi olduğu için kendimi şanslı hissediyorum. İstanbul'a bu kadar yakın ama kendi kültürünü ve değerlerini bu kadar iyi muhafaza edebilmiş iki köyü gezip yaşayan halkı ile tanışmak çok ilginçti. 
  Yeni Network'ler ve yeni dostlar edindim. Yapım, Ses ve Görüntü ekibinden kendi adıma çok olumlu dönütler aldım ve benle tekrar çalışmak istediklerini söylediler. Yönetmenimizin de aynı düşünceyi paylaştığını öğrenmek beni çok mutlu etti.
  En güzel anıyı ise sona saklamak istedim. Tüm bu çekim telaşı bitince, kendimize özel ateş yaktık ve mangal yaptık. Tüm ekibin karnı doydu, herkes gülüyordu. Gözlerimizdeki yorgunluğun arkasında mutluluğu görmek çok da zor değildi.




 Bir yerlere gelmek istiyorsanız, alanınız ne olursa olsun en önemlisi ilk önce sağlıklı iletişim kurmaktır. Yerinde, özünde konuşmaktan çekinmeyin. 



 Bu güzel anımı paylaşmak istedim. Umarım sizinde her    zaman paylaşmak istediğiniz anılarınız olur.

  • Share:

You Might Also Like

0 yorum


İletişime Geç !

Ad

E-posta *

Mesaj *