“Hiç kimse izlemiyormuş gibi dans et. Hiç incinmemiş gibi sev. Hiç kimse dinlemiyormuş gibi şarkı söyle. Ve Dünya cennetmiş gibi yaşa.” MARK TWAIN
Unutulmuş benlikler, ruhumuzun en derin noktasında saklanırlar. Unutmuş olduğumuz iç güdülerimiz sadece tetiklenmeyi beklerler. Unutulan hırslar, zaaflar, istekler, amaçlar... Bize kendimizi unutturan nedir? Bitmek bilmeyen ihtiyaçlarımız mı? Sefalet mi? Yalnızlık mı? Kendimizden taviz verip yaptığımız fedakarlıklar mı? Yoksa hayat dediğimiz döngünün kendisi mi?
Yaşadığımız tek düze bir hayat varsa bunun sorumlusu kimdir? Suçlanabilecek birçok faktör varken, kaçımız aslında bu tek düze hayatı yaşamak zorunda kalmış olsak bile kendi benliğimize sahip çıkmadığımızın farkına varabiliriz? Bunun farkına varmış olsak bile, kaçımız bunu itiraf edebiliriz kendimize? İtiraf edecek kadar cesursak eğer, neden içimizde tetiklenmeyi bekleyen unutulmuş benlik parçalarımızın kapılarını açmıyoruz, açamıyoruz? Kendimizi kandırıyoruz belli ki. Daha iyi bir hayat için debelenip duruyoruz. Ne mutlu istediği hayata kavuşabilene. Sırf bu daha iyi hayat için çok çalışıp ailesini, kendisini, mutlu olabilmeyi unutan insanlar var. Belki de bana karşı çıkacaksınız, çocuklarınız için en iyisini yaptınız, evet toplumda bir yeriniz var, evet hepimizin sorumlulukları var. Unutmak ne mümkün! Unutmadığımız tek şey bu belli ki. Sorumluluk, hayallerimizden vazgeçmemizi ister (!). Sorumluluk, ciddi olmayı gerektirir (!). Olur da bir gün zengin olursam, istediğimi yaparım ve mutlu olurum (!) diye düşünüp yaşamaya devam ederiz. Ya da sürekli daha fazla kazanmaya çalışırız, tükettiğimiz şeyler arttıkça kısır bir döngüye gireriz ki bu kaçınılmazdır. Peki, tüm bu savaş-barış, kaos, açlık, yaşam korkusu, sosyal statü yarışı arasında bizim değerlerimizin ve mutluluğumuzun konumu nedir?
'' Dostum, çok yoğundum.'' , '' Benim oğlum çok çalışıyor, bu yüzden fazla göremiyoruz onu ama olsun. İş bu.'', '' Küçükken babamı çok göremiyordum, tatillerde de yorgun oluyordu çünkü çok çalışıyordu. Bu yüzden onunla pek fazla bir anımmız yok.'', ''Ailem için saçımı süpürge ettim, yıllarca... Yine olsa yine ederim ama çocukluğumu yaşayamadım.Bana çocukluğumu kim geri verebilir? ''.

Herkes birbirinden daha da uzaklaşırken bu süreçte, insanlar içinde unutulmuş olan güdülerini kendi kendilerine tetiklediler. Kitap okumak istediler, hayal kurmaya başladılar, aileleriyle vakit geçirdiler, özlemiş oldukları kişileri hatırladılar, istedikleri müzikleri çalıp gözlerini dinlendirdiler, spor yaptılar, dans ettiler, resim çizdiler, sadece yattılar, sevdikleri insanla birlikte bir bardak kahve içtiler, yemek yaptılar, öğrendiler. Yaşadıkları kaos dolu hayata evlerinin pencerelerinden baktılar. Sokaklar boştu. Bu pencerelerin arkasında milyonlarca, milyarlarca yaşam var. Kimi zengin, kimi fakir, kimi genç, kimi yaşlı, kimi hatsa, kimi sağlıklı, kimi inançlı, kimi inançsız... Ama herkes artık ortak bir noktada buluşmuştu. Şartlar eşitti aslında. Aç kalan da korkuyordu, karnı tok olan da. Halk, birbirini anlamaya başladı. Ben, öyle olduğunu ümit ediyorum.


COVID-19 demiştik... Halk ne kadar olumsuz etkilense de bundan şu kendi halimizde kaldığımız günlerde biraz düşünelim. Zengin insan neden zengin, fakir insan neden fakir? Mutsuz bir baba neden mutsuz? Yalnız bir kadın neden yalnız? Siz neden şuan ki durumunuzdasınız? Şuan ne hissediyorsunuz? Sizin doğrularınız nedir? Yaşadığınız dönemin doğru ve yanlışları arasında sizin yeriniz neresidir ve kendinize ait bir değer katabilecek misin? Ruhunuzu tanımaya çalışın. Kendi ruhunuzu bilirseniz, başka ruhları da anlarsınız. İşte o zaman biraz daha huzurlu olabilirsiniz.
Unutmayın, bazı olaylar sizin dışınızda gelişir. Buna baş kaldırmak ya da tam tersi boyun eğmek tercihleriniz arasında. Bazen seçim yapmamak da güzel sonuçlar doğurabilir. Mutsuz olmak için kendinize sebep üretmeyin, mutluluk için bir çok sebep varken!
Hayat zor, bu yüzden güzel.
En iyi şekilde özünüze dönmeniz ve kendinizi hayatın bu zor kısır döngüsüne kaptırsanız bile, benliğinizi unutmamanız dileğiyle.
0 yorum